Nefes, hayata geldiğimizde yaptığımız ilk eylem… Gözyaşlarımızdan bile önce nefes alıyoruz… Ve bu hayattan gittiğimizde de “son nefesini verdi” diyecekler ardımızdan… Nefes, işte bu yüzden “hayat” demek.
Bugün, sevgili arkadaşım Diyetisyen Müge Bozok’un davetiyle Revita Nişantaşı‘nda, Nevşah Institute tarafından düzenlenen bir nefes seansına katıldım: Nefese İlk Adım. Nevşah Fidan’la çalışan nefes koçlarından biri, sevgili Ebru Petersen, benimle birlikte 3 kişi ile ilgilenecekti. Öyle güven verici, güzel bir enerjisi vardı ki, başta oldukça endişeli olsam da ona güvendim ve bu seansa elimden geldiği kadar katılmaya karar verdim. Oraya gitmekle zaten bu kararı vermemiş miydin diyebilirsiniz 🙂 Vermiştim elbette; ancak seans başlamadan önceki 1 saatte bize verilen bilgiler, benim gibi anksiyete ve panik atak geçmişi olan birinin ardına bakmadan kaçması için yeterliydi. Mideniz bulanabilir, kusabilirsiniz, başınız dönebilir, vücudunuza kramp girebilir, bir dakika bir dakika… neee?!
Orada kaldım. Çünkü dediler ki, kaçarsan hep olur. Ve hep kaçarsın. Yapma. Burada kal. Nefese teslim ol. Lütfen. Tamam…
Bu “tamam” benim için hiç kolay bir “tamam” değildi. Eskiden… Bundan kısa bir zaman öncesine kadar, hayatta her şeyi ama her şeyi kontrol altında tutmaya çalışan biriydim. Her şey hep dengede kalsın, ben dengede olayım, aman düzenim bozulmasın, rutinim aksamasın… Ama hayat, öyle bir şey değil. Acı yollardan öğrendim. Teslim olmayı, bırakmayı, akmayı… Ama bu nefes seansı bana gösterdi ki, daha gidecek çok yolum varmış.
Öncelikle, güzel bir müzik eşliğinde, başımızın altına koydukları rahat yastıklarla oldukça konforlu bir şekilde matın üzerine uzandık. Gözlerimizi kapattık. Ve gösterilen şekilde, durmaksızın (yani aldığımız nefesi hiç tutmadan, akıcı şekilde) nefes almaya başladık. Bu, normalde günlük hayatta aldığımız bir nefes türü değil elbette… Hatta koşarken, yani normalden daha hızlı nefes aldığım zamanda bile bu kadar sık nefes alıp vermiyorum. O yüzden bu tempoya alışmakta zorlandım. Ve direnmeye başladım. Ben direndikçe de, vücudum titremeye başladı. Zihnim, direniyordu. Farkındaydım ama engel olamıyordum. Titremenin şiddeti arttı… Bir süre sonra, bacaklarım ve kollarım ani bir şekilde uyuştu. Aynı anda baş dönmesiyle birlikte paniğe kapıldım. Yanıma gelen Ebru, “direnme, nefese teslim ol, güvendesin” diyordu. Evet güvende olabilirdim ama bunu kendi bedenime anlatamıyordum. Bedenimi kontrol edemiyordum. Güçlükle “panik atak geçiriyorum…” diyebildim.
“HAYIR!” dedim kendime, bu cümle ağzımdan çıkar çıkmaz. Gözyaşlarım inmeye başladı yanaklarımdan. “Kurtulmak istiyorum, bunu yaşamak istemiyorum” diyebildim. Ebru beni yavaşça kaldırdı yerden ve bir bebek gibi kucakladı. Teslim oldum. O an ne olursa olsun umrumda değildi artık. “Bana verdiğin sözü tut, nefes almaya devam et” dedi Ebru. Gözlerimi hiç açmadım, nefesi hiç bırakmadım ve Ebru’nun şefkatli kollarında yatıştım bir süre sonra… (Seans bitiminde bunu konuştuğumuzda, beni yatıştıranın onun sarılması değil, nefese devam etmem olduğunu söyledi.)
Ben sakinleşince Ebru beni tekrar yatırdı ve ben nefes almaya devam ettikçe uyuşmalar geçti, rahatladım ve yavaş yavaş iyi hissetmeye başladım. Titremeler hafifledi, azaldı ve seansın son dakikalarında kayboldu… Normal nefesimize geçip rahatlamamızı söylediler ve müthiş güzel bir müzik eşliğinde ben yine gözyaşlarıma kavuştum…
Acı hissederek ağlamak ile, kendi köklerimizi sulamak için ağlamak arasında muazzam bir fark var sevgili okur… İkincisi çok ama çok güzel… Vakti geldiğinde süzülen gözyaşları, kendi ruhumuzun temellerini sağlamlaştırıyor. Ben ağlamayı seviyorum çünkü biliyorum ki oradan yeni bir yere çıkacağım… Kurtlarla Koşan Kadınlar’da Clarissa P. Estes der ki; “Gözyaşları sizi bir yerlere götüren bir nehirdir. Ağlamak ruhsal hayatınızı taşıyan geminin çevresinde bir nehir yaratır. Gözyaşları geminizi kayalıklardan, kuru zeminden çıkararak nehrin aşağılarındaki yeni bir yere, daha iyi bir yere götürür.”
İşte o yüzden, ihtiyacınız olduğunda, ihtiyacınız bitene dek ağlayın. Korkmayın, kimseyi umursamayın ve bundan utanmayın, asla!
Nefese dönersem…
Gözyaşlarım durduğunda, içimde bir şeylerle vedalaşmış, bir dilek tutmuş ve niyetimin bana doğru yola çıktığını hissetmiştim. Kalbim açılmıştı… Hemen kalkamadım yerimden, biraz başım dönüyordu ama bu daha ziyade bir kadeh şarap içmişliğe benziyordu 🙂 Yüzümde kocaman bir gülümseme ile birlikte…
“Ben kime sarıldım?” dedim. Ebru “bana” dedi gülümseyerek. Ve bir kez daha sarıldım. Hayatıma böyle güzel enerjili insanları hep çekmeyi dileyerek…
Nefesimizi limitliyor olmanın, fiziksel, duygusal, mental ve ruhsal rahatsızlıkları tetiklediğini söylüyor nefes koçları. Nefesle tanışmanın ise, problemlerimizden özgürleşmemize, daha sağlıklı, başarılı, huzurlu, mutlu olmamıza yardımcı olduğunu… Şimdi sıra itiraflarda: Ben bu derece etkileyici bir deneyim yaşamayı gerçekten beklemiyordum. Hatta nefesin “abartıldığını” düşünüyordum. Hayat bana yine güzel bir ders verdi!
İlk nefes seansım, fırtınalı bir denizde, sallanan bir teknede, kıyıya doğru korkuyla ilerlemeye benziyordu. Ama denize ve tekneye güvendim. Fırtınaya teslim olmayı öğrendim. Bazen teslim olmayı gerçekten deneyimlemeden öğrenemiyoruz. Ve teslim olmak, sağlıklı dişil özün göstergesidir. Kontrolcü olmak ise sağlıksız bir eril özü gösterir. Ne kadar teslim olabilirsek, o kadar akarız hayatta…
Bugün yaşadığım deneyime vesile olan her şeye ve herkese teşekkür ederim. Hayatta iyi ki’lerinizin keşke’lerinizden fazla olması için, deneyimlere sevgiyle ve teslimiyetle açın kalbinizi. Hayat, orada.
6 yorumlar
deneyiminizi harika bir yazı ile bizlerle paylaştığın için çok teşekkürler. keyifle okudum. insan her zaman kendine rahat nefes alıp vereceği zaman ve vakti olmalı.
Çok teşekkür ederim. Açıkçası devam etmedim, ama bir kez deneyimlemiş olmak güzeldi.
Merhaba
Yıllar önce kurabiye tarifi ararken sizin blogunuzu keşfetmiştim.Sakızlı damla kurabiyesi çok lezzetli ve hafifti. Tekrar yazmanıza çok sevindim. Birbirinden lezzetli tarifler için teşekkürler.Makaleler de keyifli ve ıçten.
Bu arada ben de son iki yıldır hipoglisemi kan şekeri düşüklüğü var. İçinde beyaz un şeker ve patates olmayan tarifler paylaşırsanız çok sevinirim. Sevgiler
Merhaba, çok teşekkürler ilginize. Sağlıklı yaşam kategorisinde o tarz epey tarifim var. Ben de genelde mutfağımda beyaz un ve şeker kullanmamaya çalışıyorum uzun zamandır. Sevgilerimle…
deneyiminizi ne güzel anlatmışsınız bize her ayrıntısına kadar bri gün ben de hem yogayı hem bu nefes terapisini denemeyi düşünüyorum kısmetse…ilk isteğim resim kursuydu başladım…o bitince sırada mozaik var..dikiş var…yoga var…böyle böyle kendimi şımartmaya karar verdim…sonra ilerde birgün herşey yolunda giderse bahçeli bir köy evim de olsun isityorum ama öncelik kızımın eğitiminde tabii ki…amerikan kolejini hedefliyor sonra da yurtdışı istiyor …Allah sağlık versin de destekleyebilelim inşallah kuzumu…bu arada yıllar yıllar önce sanırım 2010 senesinde bu bloggerlık nedir ne değildir diye dolaşırken siteler arasında sizin sayfanıza girmiştin ve ordan öğrendiğim ıslak keki hala yaparım bir de zeytinli kekikli keki bizimkiler ve ben her iki tarife de bayılırız…kucak dolusu sevgilerimle….arzu ederseniz ben de beklerim sayfama…
Çok teşekkür ederim. Ne güzel anlatmışsınız hayallerinizi, dilerim hepsi olsun. Hayatımızı en dolu ve derin şekilde yaşamak bizim elimizde diye düşünüyorum. Sevgilerimle…