Bütün bir İstanbul tarihi var orada, bütün bir geçmiş güzellikler toplamı… Geçmiş ama gitmemiş güzellikler, kimisi koridorlarında, kimisi odalarında saklı… Kimisi de bir gümüş tabakta sunulan lokumların tadında gizli, dumanı üstünde bir kahvenin yanında ikram edilen… Hani saat öğle sonrası 5’i vurduğunda, şık hanımların ve beylerin toplanarak sohbet ettiği, pastalarından zarif lokmalar alarak bir yandan porselen fincanlardaki çaylarını veya kahvelerini yudumladığı o salonda… Bütün bir İstanbul, işte orada gizli…
Açılışından bugüne kadar iki kez ziyaret edebildiğim (basın toplantıları dolayısıyla) Pera Palace, yeniden açılacağı haberini duyduğum andan beri beni heyecanlandırıyordu. İstanbul kokuyor Pera Palace… Benim asıl sevdiğim, benim asıl aşık olarak tası tarağı toplayıp bu kente gelmeme neden olan eski İstanbul… Bulduğum her yerde ona sarılıp öpmek, koklamak istiyorum…
Bıraksınlar beni oturayım o berjerde…
Yanıma usulca kahve fincanımı bırakıversinler. El yapımı çikolatalardan da olsun yanında. Sonra kitabımla arama kimse girmesin, belki sadece gramofondan usul usul yükselen bir şarkı… Belki bir chanson, Piaf’tan… Satırlar arasında uçarken gözlerim, hayallere dalıvereyim…
120 yıllık o muhteşem binanın nasıl bir emek harcanarak orjinal taş dokusunun ortaya çıkartıldığını içim ürpererek dinlemiştim ilk ziyaretimde. Sonrasında Leziz’e yazarken bir kez daha ürpermeme neden olan, Christofle gümüş servis takımlarının öyküsüydü: 5000 parçalık Christofle gümüşler, geçmişte personel mutfağı olarak kullanılan bir odadaki dolabın arkasında, tesadüfen keşfedilen bir kapı açılınca bulunmuş yıllar sonra… İşte böyle inanılmaz öyküler, dolap arkalarında kapılar gizli bir otel Pera Palace…
Geçmişin şefkatli eli her köşesine dokunmuş otelin, özenle. Ne mutlu ki, elini çekmemiş, küsmemiş değer bilmeyenlere… Atatürk’ün hatırasını da korumuş, Agatha Christie’nin sırlarını da bunca yıl. O şık hanımlar, beyler belki şapkalarını alıp çoktan gittiler…
…ama hâlâ birileri var biliyor musunuz? Tükeniyor olsalar da, varlar! Hâlâ ilerlemiş yaşına rağmen ütülü takımlarını giyip, kırışmış dudaklarına kırmızı rujunu sürüp, bembeyaz saçlarına şapkasını takıp sokağa çıkan hanımlar var İstanbul’da. Ben onları nasıl seviyorum bilseniz… Onlar var oldukça eski İstanbul hep burada, bizimleymiş gibi hissediyorum. Ve öyle bir ihtiyar olmak istiyorum ömrüm varsa eğer…
Bir gün çay saatinde gidin Kubbeli Salon’a. Çay söyleyin kendinize, yanına da beğenin günün pastalarından birini. Nasılsa hepsinin tadı damağınızda kalacak. Ama asıl lezzeti ruhunuza bırakacak bu mekan. Her köşesine, her ayrıntısına hayranlıkla bakacak, duvarlarına dokunmaktan kendinizi alamayacaksınız. Ben öyle yaptım…
Eskiden her şeye nasıl da özeniyormuş insanlar… Bütün o saflık, bütün o yaşama sevinci, bir banyo tasına, bir sabuna, bir peştamala gösterilmiş özende gizli değil mi? Pamuklara sarıldığını hissettirmez mi insana bu güzellikler, siz söyleyin…
İstanbul bitmesin…
İstanbul’un masalları hiç bitmesin…
11 yorumlar
Okuduğum en güzel İstanbul yazılarından biri. Bazı değerler hiç kaybolmasa,hep aynı kalsa…
Ne güzel yazmışsın yüreğine sağlık. benimde çok değer verdiğim konulardır hala o kibar dantelalı havluları kenarı oyalı amöa mutlaka kalıp gibi ütülü minik örtüleri çok severim.çok değer veririm. o zarafetten o incelikten eser yok. sadece eşyalarda mı insan ilişkilerinde de yok..
eşimle yaptığım istbl gezilerin birinde ilk kez gitmiştik pera palasa..çokta beğenmiştik.yeniden bir tebessüm oluştu suratımda, teşekkürler…
Herkeste başka tatlar bırakmış, herkese başka şeyler anımsatmış yazı, ne güzel! Hepinize teşekkürler güzel yorumlarınız için.
Sevgilerimle…
Bir kaç gündür tam gaz, Zülfü Livaneli'nin "Serenad"ını okuyorum. Çok güzel bir kitap, elimden bırakmak, nefes almak bile istemeden, okuyorum. Kitapta Pera Palas geçiyor. Bu gün sizin resimlerinizi görünce, kitap etkisi ile küçük bir hazine bulmuş gibi oldum. Paylaşım için teşekkürler. Çok etkileyici idi…
Pera Palas'ın ruhu, kendisini anlayan birilerini bulmuş. Keyifle okudum.
Sevgili Sibel
Peral Palas in yeniden acilisi beni de duygulandirdi, hele bahsettigin gumus olayini duydugumda bende cok etkilenmistim. Gozumun onunde tek tek insanlar ve oykuleri canlanmisti. Simdi resimleri gorunce daha bir duygulandim,
tesekkurler
Meral
Yazınız çok güzel olmuş.Fotoğraflarda çok güzel.Dile kolay,1892'den beri.Şu an orada olmak istedim.Sevgiler.
çok güzel bir yazı olmuş.
murathan mungan'ın "paranın cinleri" kitabında anneannesinin bir terliğini anlattığı bölüm vardı.terliğin dışında hiçbir şey yokken içi ince ince işlenmiş desenlerle ipekle kaplıydı.sadece onu giyenin hissedeceği bir ayrıntı için bile nasıl uğraşıldığından bahsediyordu.yazınızı okurken o tasvir geldi aklıma.eskiden insanların inceliklere ayırcak vakitleri,istekleri varmış.o zamanlarda yaşamayı ne çok isterdim.şimdi insanlar yedikleri,içtikleri,giydikleri şeylerden bile birşey anlamadan yaşayıp gidiyorlar hayatlarını.
Merhaba Sibel,
Sözlerle,fotoğraflarla çok güzel ifade etmişsin doğrusu.Şimdiki zamanın koşuşturmacası olmadan,sakin,huzurlu bir yaşamı anlatıyor bu güzelim objeler.Bir banyo bile tören gibi,çabucak alınan bir duşla kıyaslanamayacak kadar özel.Hayat,çok sevdiğin bir lezzetin damağında kalması için ağzının içinde çevirdiğin gibi yavaş ama sükunetle geçiyormuş diye düşünüyorum.Her an bize özel verilmiş hediye,kıymetini bilmek lazım.Sevgilerle…
Melahat/İzmir
Çok keyifli bir yazı olmuş, beni özendirdin.. İlk fırsatta ziyaret etmek istiyorum cümlelerin nedeniyle.. Teşekkürler..
Nihan..