Yine epeyce zaman geçmiş. Bu arada birçok şey yaşadım, hayatımda büyük değişimler oldu ancak bu blogun (ve bu yazının) konusu bunlar değil. İçinizde özel yaşantıma dair de bir şeyler öğrenmek isteyen, beni merak edenler olduğunu biliyorum ancak her şeyi göz önünde yaşamak ve yazmak bana göre değil. En azından geçen yıllar (ki sosyal medya sayesinde aslında bu yıllarda hepimiz epeyce açıldık ama) bana bunu öğretti. Yaşadıklarım bende kalsın diyor, sizlerle paylaşmak istediğim çok şeyin birikmiş olmasının heyecanıyla, uzun bir aradan sonraki ilk yazıma başlıyorum 🙂
Bu aralar yine tam bir mutfak kuşu oldum, annemin tabiriyle. Yine onun tabiriyle, “motorum soğumadan”, koşu sonrası, iş sonrası, yorgunluk vs dinlemeden mutfakta buluyorum kendimi. Önceliğim, kendimi ev yapımı sağlıklı yiyeceklerle beslemek. Yoğun spor yapan, yoğun bir yaşantısı olan biri olarak başka da çare bulamıyorum. Yoksa dışarıdaki bol yağlı, lezzetsiz ve katkı maddeli yiyeceklere karnımı doyurmak için evet demek zorunda kalacağım. Neyse ki ekmek konusu biraz daha kolaylaştı. Artık birçok yerde güzel ekşi mayalı, bol tahıllı, hatta organik ekmekler bulabiliyoruz. Ancak şehir merkezinden biraz uzaklaşınca (internet siparişi opsiyonu olsa bile) durum yine zor. Yine güzel ekmeğe hasret kaldığım bir anda, uzun süredir evde ekmek yapmadığımı hatırladım. Üstelik çoktan açılmış ve bozulmasın diye dolaba kaldırılmış iki paket de tam buğday unum vardı.
Bir dönem hepimizin mutfağında bir adet ekmek makinesi vardı, hatırlar mısınız? Hah, işte benim artık yok 🙂 İkinci makinem bozulunca, kendisiyle vedalaştım ve üçüncüyü almadım. Almayı da düşünmüyorum. Eski günlerdeki gibi, hamur yoğurmak geliyor içimden. Seri üretim ekmek yapmaya da gerek yok zaten. Mutfaklarımız o kadar çok makine işgali altında ki… Sahi, bir ara sadeleşmekten de bahsedelim istiyorum. Çünkü ben, olabilecek en sade yaşama başladım ve çok mutluyum bundan. Yediklerimde, soframda, gardırobumda, mutfağımda, banyomda sadeliğin verdiği ferahlık ve huzuru çok seviyorum.
Bu güzel tabak, bu sabahki kahvaltımdı. Dün yaptığım pideleri dondurucuya kaldırırken birini kahvaltım için ayırmıştım. Yanında omlet, birkaç zeytin ve biraz sebze ile kahvaltı için yarım pide yeterli oldu. Yarım derken, minik pidelerimin tanesi yaklaşık 90-100 gram. Yani çok açsanız bir tanesi de yenir elbette ama başka şeyler de varsa yarısı yetiyor. (Bu arada tarifin ilham kaynağı olan tatlı arkadaşım İnci’ye buradan öpücükler.) Geçelim mi tarife?
Malzemeler:
- 3-3,5 su bardağı tam buğday unu (yaklaşık)
- 1 su bardağı ılık su ve süt karışımı
- 1 dolu çorba kaşığı tereyağı (yaklaşık 30 gr)
- 1 adet kafessiz ya da organik yumurta
- 1 paket instant maya
- 1 tatlı kaşığı esmer şeker
- 1/2 tatlı kaşığı deniz tuzu
Üzeri için;
- 1 yumurtanın sarısı
- Çörekotu, susam
Yapılışı:
- Unu genişçe bir kaba alıp tuz, şeker ve mayayı ekleyin. 3 bardakla başlayın, sonra gerek duyarsanız eklersiniz.
- Yumurtayı, oda sıcaklığında yumuşamış olan yağı, ılık sütü ve suyu kabın içine ilave edip yoğurun. Un ya da gerek olursa sıvı (su, süt) ekleyebilirsiniz. Biraz ele yapışan bir hamur oluyor, kolay toplanmıyor ama devam edin.
- Hamur hazır olunca kabın üzerini streç filmle örtüp sıcak bir yerde 1 saat kadar mayalandırın. Süre sonunda hamurun iki katına çıkması gerek. Sizin için fotoğrafını da çektim 🙂
- Un serpilmiş tezgahta hamuru istediğiniz büyüklükte bezelere ayırın. Üzerine parmaklarınızla bastırarak mini pideler elde edin. Yağlı kağıt serilmiş tepsiye sıralayıp üzerini örtün; yaklaşık yarım saat daha mayalandırın.
- Pide hamurlarının üzerine hafifçe çizikler atın, yumurta sarısı sürün ve susam, çörekotu serpin.
- Önceden ısıtılmış 180-190 derece fırında (kendi fırınınıza göre ayarlayın) yaklaşık 15-20 dk pişirin.
Pideler pişerken evi muhteşem bir koku kaplıyor. Bu sabah bir tanesini tost makinesinde hafif ısıttıktan sonra ucundan bir parça kopardığımda “ahh” dedim, “işte özlediğim ev ekmeği kokusu”!
Siz de özlediyseniz, hatta hiç denemediyseniz hemen girin mutfağa derim. Hiç zor değil, hatta diğer birçok şeye kıyasla daha kolay evde ekmek yapmak. Az malzeme yetiyor, yoğurduktan sonra kendisi bir köşede bekliyor, sizden hiçbir şey talep etmiyor 🙂 Sonra fırına veriyorsunuz, pişmesi zaten fırında patates pişirmekten daha kısa sürüyor. Hep derim, ev ekmeği gibisi yok…
2 yorumlar
Sibel Hanım merhaba;
Yıllar önce sessiz sessiz takip ederdim sizi. Bir bloğum yoktu ama tarifleriniz ve onlara eşlik eden samimi yazılarınızı okumak çok iyi gelirdi. Tekrar yazdığınızı görünce o kadar garip hissettim ki. O günlere götürdünüz beni; daha umutlu olduğum, hayatın henüz çok da incitemediği günlere. Sizinle yeniden buluşmak çok güzel., mutlu oldum gördüğüme.Eski bir dostla karşılaşmış gibiyim. İzninizle bunu bir işaret olarak algılıyor eski günlerin naifliğini, huzurunu tekrar geri kazanacağıma inandırıyorum kendimi bu vesileyle. Evde kendi ekmeğini yapan biri olarak tarifinizi de en kısa zamanda denicem. Çok sevgiler. mutluluklar…
Merhaba Melike hanım,
Hayat hepimizi çok incitti. Ben de o incitilmelerden sebep, uzaklaştım zaten buralardan. Tekrar yazmayı hem istiyorum, hem de heyecan (yaz da yazmak için neden) bulamıyorum kendi içimde. Sizin yorumunuz da bana çok iyi geldi şu an. Teşekkür ederim. Umarım bunlar güzel işaretlerdir gerçekten.
Sevgilerimle…