Sultanahmet’e kadar gelmişken bir de közlenmiş mısır yemek şart.
Sizi bilmem ama ben közlenmişini daha çok severim. Yanık olsun, tuzlu olsun, benim olsun:)
Yine yol üstünde, Tünel’e yürüken (ya da oradan dönerken) soluklanmak için en sevdiğimiz adreslerden biri Ara Kafe. Onun artık pek gizli saklılığı kalmadı, hatta her defasında yer bulamayıp geri döner olduk kapısından hüzünle, ama yine de severiz kendisini. Çünkü yanına lokumuyla gelen kahvelerinin lezzeti pek her yerde bulunmaz. Sonra duvarlardaki fotoğraflar, orada saatlerce oturup kitap okuma isteği uyandırır bende, hiç yalnız gitmişliğim yoktur halbuki ama yalnız oturulacak kafeler listesinde ilk sıralardadır benim için. Çıkışta hemen dibindeki kitapçılara sırayla girip kitap koklamak da kaçınılmazdır.
Yıllar önce Tijen ablacığım bir çayla tanıştırmıştı beni. Kokusunu içime çekip bir yudum alır almaz, şimdi bu yeşil çaysa daha önce içtiklerim neydi? diye düşünmüştüm. Patlak pirinçli yeşil çay, içine “matcha” ve “brown rice” eklenmiş leziz mi leziz bir Japon çayı. Miniminnacık bir Japon kafesi olan Bunka’da içmek mümkün. İstiklal’in hemen girişinde, Fransız Konsolosluğu arkasındaki Bunka o kadar sevimli bir mekân ki, oturduğunuzda kesinlikle kalkmak gelmiyor içinizden. O yüzden bazen gittiğinizde içerisini dolu görüp hayal kırıklığına uğramanız mümkün. Hele de hava soğuksa…
Son gidişimde ben de yer bulamayıp girişteki bar taburelerinden birine oturmuştum ve o sırada kiliseden çıkan yeni evli çifti izlemiştim gülümseyerek. İç karartıcı yağmurlu bir İstanbul akşamına çıkan gelin öyle mutluydu ki ıslanmak filan pek umrunda değildi belli ki. Ben de avuçlarımı Japon ritüellerine uygun olarak kulpsuz fincanda sunulan çayla ısıtıp şifon kekin tadına baktım, şekersiz süt kremasına bandıra bandıra. Yeşil çaylı profiteroldü asıl isteğim ama yoktu o gün. (Zerenciğim de yazmış geçenlerde, belki de artık yapmıyorlardır. Yazık olur eğer öyleyse, bu özel çaya yakışan, çok zarif, çok ince bir lezzetti çünkü…)
Antiochia, Asmalımescit’te Antakya mutfağından lezzetler sunan sevimli bir restoran. Sokağa atılan masalarda insanların gönüllerince eğlenebildiği zamanlardan birinde gitmiştik! (Son zamanlarda ne durumda güzelim Asmalı bilmiyorum, yasağın ardından pek çok mekânın kapandığını duydum.) Antiochia’ya sadece meze yemek için gittik biz, zira mezeler parmak yedirten cinsten. Gördüğünüz tabaktaki lezzetleri, hele o humusu, o zeytin salatasını her gün olsa bıkmadan yiyebilirim, başka bir şey de aramam. Zaten rakı ve sevgili olunca, mezeden başka neye lüzum var ki masada?
Sevgiliyle iş çıkışı, hiç nedensiz, keyfimiz öyle istediği için gidip rakı içmiştik o akşam. Hiç boş kalmayan sıcak pide sepeti, güleryüzlü servis ve pideleri bandıra bandıra yediğimiz lezzetli mezelerle çok keyifli vakit geçirmiştik.
Ordan burdan bir yazı oldu.
Havadan sudan, kahveden rakıdan.
Burası böyle bir İstanbul, bu ruh hâli böyle bir hâl…
20 yorumlar
Süper bir yazı. En kısa zamanda bende hissetmek istiyorum o tarihi duyguları.Tekrar etmekte fayda var.
ne güzel anlatmışsınız …ben de bayılmıştım Çiğdem Pastanesi'ne ve hatta benim de adım Çiğdem olduğu için garsonların T-shirtlerine kadar üstünde Çiğdem yazan her şeyin fotoğrafını çekmiştim :D…gerçekten çok şirin,sevimli ve harika kurabiyeleri olan bir yer !
Herkese çok teşekkürler, herkese bol İstanbullu, bol lezzetli günler!!
Sevgilerimle…
Bayılıyorum seni okumaya:) Bir İstanbul seyahati şart oldu. İyi pazarlar.
Sevgilerimle…
sizi keyifle izliyorum,ayrıca oyum size umarım kazanırsınız…
Merhaba!
blogunu yeni keşfettim, ve vejetaryen olduğunu duyunca daha da bir ilgiyle okudum yazıları 🙂
ellerine sağlık, takip edeceğim bundan sonra da 🙂
ben de kendi bloguma beklerim,
segiler!
http://lacivertojelikiz.blogspot.com
Nasil istedi canım közde mısır… Ama sadece mısır değil, boğaz havasında olacak! Hem deniz kokacak yanında hemde köz. Tek fotoğraf aldı götürdü beni… Fotoğrafları çeken güzel ellere sağlık 🙂
Eski bir blogger olarak oncelikle merhaba demek isterim.Bir hafta once ordaydim cok guzel anlatmissiniz 🙂
çok güzel yazı teşekkürler
canım sevgiliyle rakı çekti, canım mısır çekti, canım tatlı çekti, canım istanbul çekti:( çok keyifli bi yazı olmus ama:) ankaradan sevgiler..
Sevgili Sibel,
Çok güzel bir yazı olmuş! Geçenlerde Bunka'ya bir öğleden sonra uğradım, şansımıza yeşil çaylı profiterol vardı.. Dediğin gibi, hiç ayrılmak istemedik oradan:) Mezeler şahane görünüyor, denemek lazım!
Sevgiler.. Candan
Seda teşekkür ederim:)
Çiğdemciğim dergiyi okumana sevindim:) Bunka'ya bayılırsınız eminim ki, o güzel çaydan için mutlaka.
Ebrucum haklısın bu kez epey ara verdim istemeden.. Neyse ki birikenler var, ardı ardına gelecek yazılar:)
Ne Yazdı Ne Yazamadı, çok teşekkür ederim:)
Sevgilerimle…
Çok keyifli bir yazı olmuş. Tıpkı tarifleriniz gibi. İyi ki İstanbul'dayım dedim kendime. Not alıyorum. Çoğu benim sık sık uğradığım Beyoğlu civarında. Sevgiler.
gerçekten bir solukta okunan klasik "sibelin kahvesi" yazılarından biri…insan hem okuyup hem de yan gözle bitecekmi diye kolluyor.ben bunları arşivliyorum,dosyanın adı da "Gezi-Öneri".
Ayvalık,Cunda,İstanbul…için başka rehbere gerek yok bence..Ama şikayetçiyim ;bu işler güçler bizi hasret bıraktı bu tadı damağımızda kalan tatlı yazılara..
Bunka yı bilmiyordum. Fakat tam bana göre. Kızımı alıp bir tur düzenleyeyim bari.
sağol Sibel im.
gelmiyorsun epeyidir bana 🙁
Not: Dergiyi karıştırdım, geçen. Ne çok yazın var. Maşallahh.
Gururlu anne Çiğdem
bir solukta okudum vallahi ,ne güzelde yazmışsın sevgiler
İncecikten, özlediğinizi hissettiğim için yazdım zaten:)
Gorkiciğim teşekkür ederim. Benden de Ankara'ya selamlar sevgiler.
Özlemciğim teşekkürler, meze tabağı bence de çok güzel fikir olarak:)
çok güzel bir yazı olmuş yine ellerine sağlık canım. bu arada meze tabağı sunumuna bayıldım…
çok güzel bir yazı ve fotoğraflar. Ankara'dan sevgiler.
gorki
çok özlediğim bir yazı:)